Thursday, August 05, 2010

biriken geziler

En azından yazmak için itici güç olsun dedim (kendime:)) Aşk a gelirsem ekleyeceğim gezi noktaları kronolojik olarak şöyle;

Kazdağları Motorsiklet turu Mayıs 2009
Düzce Pürenli Yaylası kampı Temmuz 2009
Olympos-Kaş Agustos 2009
Amasra-Çakraz-Safranbolu Motorsiklet gezisi Eylül 2009
İznik gezisi Eylül 2009
Kıyıköy Motorsiklet turu Kasım 2009
Kıbrıs Kaçamağı Nisan 2010
Bolu Sarıalan Yaylası Enduro Kampı Nisan 2010
Kazdağları Enduro Kampi Mayıs 2010
Balat-Kariye Fotoğraf çekim gezisi Mayıs 2010

Monday, October 12, 2009

Bulgaria - Pamporova

29 Ocak- 2 Şubat 2009
Kışın tam ortasında kayak isteğimizi her yıl olduğu gibi yakın merkezlerde bir kaç günlük kaçamaklarla geçirmek yerine hep konuşulan ama gitmek için harekete geçilmeyen Pamporova da gidermeye karar verdik. Çok yakın arkadaşlarımız Önder ve Emine yi de kandırıp 2 günlük bir hazırlık sonucu yola çıktık.
Araştırmaya başlayınca ne kadar yakın, ulaşımın ne kadar kolay ve ucuz olduğunu öğrenince çok şaşırdık. Metro Turizm in her gün Sofya ya otobüsleri var. Biz Plovdiv ( Filibe ) de inip taksi ile 60 km uzaklıktaki kayak merkezine ulaşmayı planlıyoruz. Gece 23:00 te hareket eden otobüs sabah 6 civarında Filibe otogarda indiriyor bizi. 4 kişinin kayak malzemeleri valizler derken hepimizi alabilecek bir taksiyi zorla bulup sıkış tepiş yola çıkıyoruz. Sıkı bir pazarlık sonucu 45 € ya bizi Pamporovo ya götürmeyi kabul ediyor şöförümüz. Bu arada şöför ingilizce bilmiyor ama türkçe çat pat anlaşıyoruz. Her zamanki gibi Egemen in araştırması sonucu http://www.dafovskahotel.com/web/gallery/gallery_eng.htm bu otelde rezervasyonumuz. Herşeyinden memnun kaldık.. Fiyatı da son derece makuldu.

Baharın ilk müjdecisi Çiğdem

Pistin kenarında bu donmuş ağacı görünce hiç üşenmedim, aşağı inip kayaklarımı çıkarttım, makinemi aldım yukarı karlara bata çıka çıkarak , kayan insanların şaşkın bakışları arasında çektim bu kareyi:)







Zagorka bira hayranı olduk, 3 gün boyunca içmekten kayamadık :) Ev yapımı Bulgar şarapları ise süperdi.





Odamızın balkonundan...
Önemli Not:
Bulgaristan Avrupa Birliğine girmiş ancak Shengen vizesi 3 gün transit vize olarak geçiyor. Bulgar vizesi almak gerekiyor (muş) hala...Tabi biz apar topar karar verip Shengen geçiyor diye koştura koştura gidince sınırda acı gerçekle karşılaştık. Sınır polisinin mükemmel! ingilizcesinden anladığımız kadar ile shengen ile sadece başka bir ülkeye geçilecekse giriş yapılabiliyor , max 3 gün bu ülkede kalmak şartıyla o da. 4 gün sonra kapıkuleden geri dönerseniz ceza yersiniz bir daha ömür boyu Shengen alamazsınız diyor ! aman canım deyip gülüyoruz gecenin 2 sinde nereden çıktı şimdi bu !! Sabah otele yerleşir yerleşmez Plovdiv Türk elçiliğini arayıp durumu anlatıyoruz. Memure bayan doğruluyor. Bu durumda geri dönemeyeceğimiz ve oradan Bulgar vizesi alamayacağımız için bize kayak merkezinden bir araç kiralayarak en yakın Yunan sınırından giriş çıkış yaparak bu problemi çözeceğimizi anlatıyor. Acil durum telefonlarını veriyor bize. İlk gün kayak yapma hayalinden vazgeçerek saat 13 gibi arabamızı kiralıyoruz.. En yakın Yunan sınırı yaklaşık 200 km güneybatıda Gotse Delchev... Ormanlık dağlardan karlar eşliğinde yaklaşık 4 saatte sınıra ulaşıyoruz. Memurlara arkadaşlarımızı göreceğimizi söyleyip geçiyoruz.
Sınıra en yakın kasabada kendimize güzel bir pita ziyafeti verip 1 saat sonra geri dönüyoruz. Aynı memurlar bize tuhaf tuhaf bakıyorlar, sorarlarsa arkadaşlarla tartıştığımızı otelimize geri döndüğümüzü söyleyeceğiz ama bişey sormuyorlar. Biz kıkır kıkır gülerek geri dönüyoruz..Pasaportlarda giriş çıkış kaşesi olsun yeter:) Bu macera da tatlılıkla sonlanıyor. Otele geri döndüğümüzde gece 12 yi geçmişti tüm günümüz boşa geçmiş ve yorgunluktan bitmiştik ama Emine'yle devirdiğimiz bir şişe tatlı Bulgar şarabından sonra kuşlar gibi uyumuşum :))

Saturday, October 10, 2009

Rhodes & Symi

29 Eylül - 2 Ekim 2008


Yaz tatilimizi motorsiklet tepesinde yol yaparak geçirince şeker bayramını deniz tatili fırsatına dönüştürdük. Ani bir kararla cuma akşam iş çıkışı atladık arabaya sabaha karşı Marmaristeydik...
Deniz otobüsü yolculuğumuz 1,5 saat sürdü,öğlen saatlerinde Rodos şehir merkezindeki otelimize yerleşmiştik bile.. İstanbul bayram boyunca yağmura teslimken bir 30 C yi aşan bir sıcaklıkta denize atlamaya hazırlanıyorduk..
Otelimizi aşağıdaki adresten bulduk , şehir merkezindeydi, mütevazi ama çok şirin bir oteldi biz çok memnun kaldık.
İlk gğn eski şehir merkezini gezerek geçirdik çarşıyı ve Osman lıdan kalan eserleri kaleyi sur içini gezdik.
Ertesi gün araba kiralayıp ada turuna çıktık. günlüğü 30 € ya punto tarzı arabalar kiralayabiliyorsunuz. Kelebekler vadisi ve Lindos ilk görülecek yerler arasında. tüm günü neredeyse Lindosta yüzerek geçirdik.

Lindos, nefis bir koy nefis bir deniz di.
Tam tur yaptık ada çevresi,nde küçük yerleşim birimleri köyler var. çok şirinler



Sonraki gün günübirlik tekne turları ile SYMI ye geçtik. Kartpostal tadında evlerden oluşan bu küçücük adaya.. Marmaris e o kadar yakın ki , telefonlar Turkcell çekiyor :)

Son gün de eğlence ve denizi ile ünlü Faliraki ye giderek yine tüm gün denizin keyfini çıkardık. Bu 4 günlük tatil bize öyle iyi geldi ki tam kış öncesi iyi bir moral oldu..

Alternatif bir rota denemek istiyorsanız bize bu kadar yakın olan ve 500 yıl Osmanlı yönetiminde kalmış bizlerden çok fazla izler taşıyıyan Rodos u görün derim.

Sevgiyle...

Tuesday, January 06, 2009

Avrupa Macerası II.kısım

Gezinin geri kalanını en kısa zamanda aktaracağım diye bitirmişim önceki postu..Trajikomik biliyorum ama bir pas atıldı üzerime yazma konusunda..gezilerimiz devam ediyor halbuki, ne çok anı birikti ama bir türlü yazamadım...


Avrupa seyahatinin kalanını kısaca özetleleyim..


Floransa dan sonraki rotamız sırasıyla;

Pisa-LA Spezia- Rapaello-Portofino-Sori-Cenova

Maalesef Portofino da otel bulamadığımız için geceyi mecburen Cenova da bir otelde geçirmek zorunda kaldık. Portofine gerçekten görülmesi gereken bir yer daha doğrusu İtalya nın bu kısmı


San Remo dan itibaren İtalyan Rivierası olarak geçiyor. Görkemli yazlık villalar, oteller turistik yerler... Heryerde inanılmaz bir peyzaj, şıklık ve temizlik göze çarpıyor. Biz kalamadık cumartesi olması dolayısıyla hiç bir yerde oda yoktu ama yolunuz düşerse mutlaka görün...



Cenova- Arenzano-San Remo-Ventimiglia-Fransa Geçişi-Menton-Cap Martin-Monaco

Cap Martin de kaldık, Monaco ya 10 dk lıkmesafede. Monaco ise bambaşka bir dünya...görün mutlaka görün:)) parayla neler yapılabileceğini !

80 € ya 1 saat formula 1 in yapıldığı Monaco sokaklarında yanında co pilotunuzla turlayabiliryorsunuz. Ege kaçırmadı tabi ki:)

Monaco-Nice-Cannes-St.Tropez-Nice-Sospel-Breil Sur Roya –Tende-Limonetto

Cannes ve Nice popüler kültürün son noktasında zenginliğin ve tüketim çılgınlığının uç göstergesi.. denizi harika onun dışında da birşey yok, 2 gün ayırdığımız bu rotada sadece 5-6 saat geçirip haritada kafamıza göre bir rota belirliyoruz.Belki de bilmeden yolculuğumuzun en keyifli ve heyecan verici rotası oluyor burası. Nice den kuzeye çıkıp Fransa Alplerinin eteklerine ulaştık burada National Park ın içinde nefis yollarda gittik, alttaki fotoğraf virajları anlatıyor sanırım. Küçük kasaba ve köylerden geçtik nefiz pizzalar yedik...





Akşam üstü yağmur başladı, öğlen saatlerinde Nice de 35 C de denize girerken üşümeye başladık. İtalyan sınırında Limonette isimli bir kayak merkezine ulaştık, küçük kayak otelleri yazında açık, çok şirin bir dağ otelinde kaldık, gece hava sıcaklığı iyice düştü şömine başında kırmızı şarapla kış tadında bir gece geçirdik.




Sospel de tarihi bir köprü

Limonetto-Cuneo-Fossano-Alba-Asti-Alessandria-Milano-Como-Brunate
Como Brunate ye mutlaka çıkın..Finükiler ile çıkılıyor manzara gün batımında müthiş. gölün sakin kısımlarını gezmeye çalışın merkez çok kalabalık.




Como-İsviçre-Lugano-Como-Bergamo-Brescia- Desenzano del Garda-Salo
Mutlaka İsviçre Lugano ya geçin Comodan çok daha güzel. Ve Comoya çok yakın olan İtalya nın en büyük gölü Garda ya geçin. Burada birbirine yakın bir çok kasaba var tipik kuzey italya kasabaları çok şirin sakin. mutalaka gezin.Biz Salo da kaldık...


İtalyanca deyişiyle Lago di Garda


Lugano




Salo-Terre-Merdano-Verona-Venedik






San Marco meydanında saatlerce kepekli ekmek ile güvercinleri besledik.Polis tarafından uyarıldık yasakmış ama devam ettik:)


Burano- Murano




Burano, cam işçiliği harika taşıyacak yerimiz olmadığı için minik hatılarla idare etmek zorunda kalıyorum. Bu evlerin her yıl belediye tarafından ücretsiz boyandığını öğreniyoruz. Rengarenk çok güzeller, 2 gün geçiriyoruz Venedik te. Heryerini keşfediyoruz, bir akşam operaya bile gidiyoruz düşünün. Birtek bacaklarımı şişiren onlarca sivrisineğin saldırısından muzdaribim ama bu kentte kaçış yok bundan anlıyorum.
Yolculuğumuz çok güzeldi ama gittikçe sona yaklaştığımızı bilip bu tatilin hiç bitmemesini istiyorum, küçük çocuklar gibi sürekli mızmızlanıyorum:))


Trieste-Slovenya-Lubliajina-İstanbul
Tam bir liman ve ticaret şehri, Venedik ten 2 saat sürüyor. Un RORO nun yetkililerine telefonla ulaşıp MOLO 7 de geminin akşam 19 :00 da hareket edeceğini16:00 da yüklemenin yapılması için orda olmamız gerektiğini öğreniyoruz.Trieste yi keşfetmek için koskoca 4 saatimiz var.Önce market alışverişimizi yapıyoruz. Yanımıza sadece sırt çantalarımızı alacağımızdan caseleri maximum Toscana şarabı ile dolduruyorum. Yaklaşık 20 şişe :)) Markette kendi aramızda hangi şarap daha iyi nasıl taşırız muhabbeti yaparken yanımıza gelerek yardım teklif eden Aydın ile tanışıyoruz. İzmir-Trieste arası taşımacılık yapan bir firmanın Trieste yetkilisiymiş, bizi gezdirmeyi teklif ediyor, saat 16 kadar bizi ağırlamak istediğini söylüyor, onun evine gidip motor kıyafetlerimizi çıkarıp rahat bişeyler giyiyoruz saolsun market alışverişlerimizi ve motorsikletle beraber diğer tüm eşyaları garajına koyarak arabasıyla şehir turuna çıkıyoruz. Çok güzel bir yerde nefis italyan makarnaları yiyerek bol bol sohbet ediyoruz. Saat 16 ya doğru vedalaşarak molo 7 deki roronun yanına gidiyoruz. Tüm evraklarımız tamam, diğer yüzlerce tırla birlikte bizim karakızımızı sıraya alıyorlar. İlk bizi alacaklarını zannederek saat 19 a kadar nerede ne yapabilirizi planlıyoruz Ege ile ama maalesef önce konteynırları yükleyip motorumuzu en son alıyorlar, 2,5 saat kadar yüzlerce tır şöförü bir de biz bi kenarda bekliyoruz.Çok enteresan insanlar. Birkaçı bize yoldan topladıkları üzümleri ikram ediyorlar, Toscana üzümü tatmış oluyoruz boylece..




Yükleme sırası bize geldiğinde motorsiklet o kadar dengesiz ve aşırı yüklü idi ki bir an Ege süremeyecek sandım, içeri girip fotoğraflamama izin vermediler ama son ana kadar kameram açıktı.saat 19 itibariyle anahtarı da yetkililere teslim ederek bizi Lubliajina ya götürecek otobüsü beklemeye başlıyoruz. Bu arada acıkıyorum ama yapacak bişey yok. Limanda doğru düzgün bir yer yok olanlarda bizim kamyoncu dinlenme tesisleri gibi, tek bayan benim, Ege nin eline sıkı sıkı yapışıyorum. Bu arada bizi gören her şöför şaşkınlığını gizleyemiyor, ilk defa bu yolu kullanan motorsikletli birilerini görmüşler. Bir kaç kez araba ile yolculuk eden aileler olmuştu ama nereden buldunuz diyorlar. İnternetteeeen diyerek gülüyorum. Yol boyunca dertleşiyoruz. Onlar bize özenip ne kadar zor bir hayatları olduğunu anlatıyorlar, çocuklarını bile 2-3 ayda bir görebiliyorlarmış hep yollarda geçen bir ömür, ne zor:)
yaklaşık 2 saatlik yolda içimde buruk bir sevinç hissediyordum. Hem heyecanla beklenen ve beklenenin ötesinde süper güzel geçen maceramızın bitmiş olmasından dolayı buruktum, bir yandan da herşeyin planlandığı gibi gitmesi yolların bize hiç bir zaman unutamayacağımız maceralar sunması, kazasız belasız dönüyor olmamız da sevindiriyordu.

saat 23 gibi uçağımız rötarsız hareket etti.
Türkiye saatiyle gece 02:00 de Atatürk havalimanındaydık...saat 04:00 de evimizde yatağımızda....
bugüne kadar yaşadığım en güzel yolculuğu bana sunduğu için Egemen e çok teşekkür ediyorum... yeni yollar bizi bekliyor..























































Saturday, October 18, 2008

Avrupa’nın kalbine seyahat, 16 gün, 4 ülke , 5000 km.....

Bölüm I















Erzurum dan yataklı vagon da dönerken ilk uzun yol tecrübesini başarıyla tamamlamış olmanın verdiği haklı gururla dönüp birbirimize sormuştuk, seneye Avrupa ya gidelim mi motorsikletle ?

O gün birbirimiz gözlerinde çakan ışığı görmüş ama konuyu detaylandırmadan aklımızın uzak bir köşesine atmıştık...

Kocaman ve gerçekleşmesi neredeyse imkansız bir hayaldi benim için...
Sevgili’ nin izin alabilme ihtimali , izinlerimizi aynı tarihe çakıştırmak , bu kadar büyük bi harcamaya değer mi, bürokratik işlemler

En sonunda Sevgili’m son noktayı koyuyor. Ya şimdi gideriz ya da başka zamana bırakır gerçekleşme ihtimalini iyice düşürürüz..

Birden kendimi bu büyük maceraya acaip hazır hissediyorum, demek böyle bir destek arıyormuşum :)

Yola çıkmaya karar verdiğimizde izin tarihimize sadece iki hafta vardı, bu tip yolculukları planlayan ya da gitmiş arkadaşlarla konuştuğumuzda aylar öncesinden hazırlıklara başladıklarını öğrenip biraz paniklesekte iki haftada iyi koordine olduğumuzu söyleyebilirim.
Yapılacak işlemleri listeleyip görev paylaşımı yapıyoruz.
Pasaportların uzatılması, vize başvuruları, Turing işlemleri , yedek parça temini harita, yol güzergah belirlemeleri gemi biletleri otel rezervasyonları vs vs... Bir çok ayrıntı domino taşı gibi birbiri ardına tamamlanıyor ve biz büyük maceramıza hazırız.
Bu gezi öncesinde ve esnasında farkettim ki en güzeli bir yere ulaşmak bir yere gitmek değil, yol’ da olmak yolun kendini anlatması, aniden sunduğu güzelliklerin verdiği heyecan..Ancak aynı zamanda yola çıkış öncesinde hazırlıklarla uğraşırken stresle birlikte yaşanan o tatlı telaş.. Heyecandan uyuyamamak, belki biraz endişelenmek, aksilikler çıksa da bir şekilde çözmek, bunların her biri bir bütün aslında ve bu süreç galiba biraz da bizi çeken..

Rotamızı çok kesin olmamakla birlikte aşağıdaki şekilde belirliyoruz;
İstanbul –Selanik-Meteora-İguamenitsa-İtalya(Brindisi)- Bari-Napoli-Roma-Floransa-Pisa-Cenova-Monaco-Nice-Cannes-Milano-Como-Verona-Venedik-Trieste yaklaşık 4500 km
Maalesef maksimum 2 hafta izin alabildiğimizden İtalya da Sicilya rotasını es geçmek durumda kalıyoruz.

Nihayet yoldayız...

16 Ağustos sabahı gün ağarmadan İstanbul derin uykudayken biz yollara düştük. İpsala sınır kapısına kadar küçük bir kahvaltı molası dışında durmuyoruz. Sınırda işlemler yarım saat kadar sürüyor. Herhangi bir X ray cihazından ya da aramadan geçmiyoruz, evraklar titizlikle inceleniyor sadece.Yunan tarafına geçiyoruz. Sınır olan Meriç nehri üzerindeki köprüyü fotoğraflayabilmek isterdim. Köprünün korkulukları yarısına kadar kırmızı-beyaz diğer yarısı da mavi-beyaz boyanmış..Tam ortada birbiri ile 10 mt mesafeli iki güvenlik kulübesi var, önlerinde de askerler. Türk askeri bizi selamlayıp iyi yolculuklar diyor Yunan askeri ise belli belirsiz bir selam vermekle yetiniyor sadece...
İlk durak olan Alexandroupoli ( Dedeağaç) ye doğru yol alıyoruz. Küçük Türk kasabası diyebiliriz burası için, Yunanistan’da Türklerin en yoğunlukla yaşadığı yerlerin başında geliyor. Benzin için durduğumuz ilk istasyonda yaşlı bir amca bize yardımcı oluyor plakamızı görünce bozuk türkçesi ile hoşgeldiniz çocuklar diyor. Bize yol hakkında bilgi veriyor. Öğle yemeği için hedefimiz Kavala.Bu arada benzinin litresi 1,14 €
Sıcak iyice bastırıyor otobanda mola verecek yer arıyoruz maalesef mola yerleri çok az.
Saat 15:00 civarında Kavala dayız. Limana iniyoruz meşhur kalesine karşı karşı küçük bir cafe bulup karnımızı doyuruyoruz. Birkaç fotoğraf alıp maalesef Kavala lı Mehmet Ali Paşa nın heykelini ve evini ziyaret edemeden Selanik e doğru yol alıyoruz. Hava kararmadan Selanikte olmalıyız.
Akşam üstü nihayet ilk gecemizi geçireceğimiz Selanik e varıyoruz. Baba tarafından dedemin memleketi ve herşeyden önce Atatürk ün doğduğu ve büyüdüğü şehir olması nedeniyle bir ayrı heyecanlanıyorum. Sahil de merkeze oldukça yakın olan otelimizi neredeyde elimizle koymuş gibi buluyoruz. Tren istasyonunun hemen yanından çıktığımız sahil boyunca kendimi Kordon da yürüyormuş gibi hissettim. Çocuklar, gençler, herkes sokakalarda, mısır satıcıları, baloncular, pamuk helvacıları ile ne kadar benzediğimiz bir kez daha dikkatimizi çekiyor. Aristo meydanının hemen arkasında oldukça kalabalık bir cafeye giriyoruz. Çeşitler oldukça çok ve fiyatlar makul. Karnımızı iyice doyurduktan sonra sahil boyunca gezintimize devam ediyoruz. Aşırı sıcağa rağmen 680 km yol yaptık ve hiç yorgun değiliz.

Sabah erkenden uyanıp sıkı bir kahvaltının ardından Atatürk ün evine gidiyoruz. Her Türk ün gidip görmesi gereken bir yer bence..Öğlene doğru Selanikten çıkıyoruz, günün geri kalanında Larisa yakınlarında deniz molası verip akşama Kalambaka da olmayı planladık..2 saat sonra Larisa sahillerine ulaşıyoruz. Otobandan çıkarak gördüğümüz sahil tabelasını takip ederek adını bile bilmediğimiz küçük bir plaja ulaşıyoruz. Sıra sıra kampinglerin arasında bir kaç cafe gözümüze çarpıyor. Hava o kadar sıcak ki bir an önce tulumlardan kurtulup denize atlamak içinsabırsızlanıyorum. Plaj oldukça kalabalık çocuk sesleri cıvıl cıvıl. 2 saatlik deniz keyfinden sonra hiç istemeyerek buradan ayrılıyoruz. Kalambaka ya yaklaşık 130 km yolumuz var. Yorucu yol şartları ve aşırı sıcağa rağmen saat 18 civarında Kalambaka ya ulaşıyoruz.Kalambaka Meteora kayalıklarının hemen dibinde kurulmuş küçük bir kasaba olmasına rağmen turist sayısı oldukça fazla olduğundan her imkanı bulmak mümkün. Daha önceden rezervasyon yaptığüımız oteli kolayca buluyoruz ancak o da ne otel tadilata girmiş ve bize oda veremeyeceklerini söylüyorlar! Bu kadar sıcakta yol yaptıktan sonra insanın tek hayali serin bir duşun ardından rahat kıyafetlere bürünmek oluyor ama maalesef! Ytakınlarda bir çok otel var ancak hemen hepsi dolu. Oldukça vasat ama merkezi bir otelde yer buluyoruz.en azından kapalı garajı var diye teselli ediyoruz kendimizi .Şehir merkezinde güzel bir mekanda Yunan yemeklerinin tadına bakıp bir kaç bira ile günün yorgunluğunu atıyoruz.ikinci günümüz de güzel bir şekilde bitiyor.
Kahvaltının ardından motoru yükleyip çok merak ettiğimiz Meteora kayalıklarına doğru yola çıkıyoruz. Yapı olarak Kapadokya benzeri ancak çok daha büyük ve yüksek kaya oluşumlarından oluşan bir doğa harikası burası. Her kaya yükseltisinin üzerinde ortaçağdan kalma manastırlar var. Burası İlk Hıristiyanlık döneminde keşişlerin inzivaya çekildikleri, Tanrı’ya yakın olup insanlardan uzaklaştıkları bir yermiş. Aşağıya ulaşım oldukça zor olduğundan ve zamanın 14.yy. civarı olmasından bu hedeflerine ulaşmışlardır diye düşünüyorumJ “Meteora”nın sözcük anlamı da “havada asılı” demekmiş. Birbirinden bağımsız kayaların üstüne yapılan manastırlar Unesco’nun Dünya Kültür Mirasları listesinde de yer alıyor. Manastırı ziyaret eden kadınların uzun etek giymeleri gerekiyor bu arada pantolon dahil yasak! Motor tulumun üzerine plaj havlumu dolayarak harika kreasyonumla dolaşıyorum herkes bana bakıyor . Kalambaka dan Metsovo-Ionina üzerinden Iguamenitsaya gideceğiz. Yaklaşık 210 km yolumuz var ancak yol epey virajlı, böyle olunca da çok yavaş ilerlediğimizden bitmek bilmiyor. Sürekli yol çalışması olan bölümlere rastlıyoruz, konvoy oluşuyor ve aşırı sıcak yüzünden çok yoruluyoruz.Yol üzerinde İonina içine girerek yemek molası verip göl kıyısında birkaç fotoğraf alarak devam ediyoruz.Nihayet akşam 20:30 gibi İguamenitsaya ulaşıyoruz. Adriyatik üzerinde güneş batarken biz limanda feribot biletimizi alacaüımız acenteyi bulmuştuk.
Saat 22:00 gibi gemimiz bizi Birindisi ye götürecek olan gemi limana yanaşıyor. Boşalır boşalmaz önce motorsikletleri alıyorlar. O kadar çok motorsiklet var ki beklerken bir kaçıyla tanışıyoruz..
Dolunay eşliğinde 8,5 saat sürecek yolculuğumuz başlıyor. Gemi önce çok yakın olan Corfu adasına uğruyor oradan yolcu alıyor sonra da tam gaz Brindisi ye doğru yol alıyoruz. Binerken bilet kontrolü dışında (pasaport dahil) hiç bir arama ya da evrak kontrolü olmadı bu arada. Elimizi kolumuzu sallayarak Yunanistan’dan ayrıldık.
O gün benim biricik sevgilimle ikinci evlilk yıldönümümüzdü, yollarda olduğumuzdan özel bir kutlama yapmadık ama pasta (geminin restoranında satılan gayet bayat tek dilim bir pasta idi:) ve şarapla dolunay altında adriyatikte geçirmekte oldukça değişik oldu benim için hem ne de olsa bu tatilin tümü bana bir evlilik yıldönümü hediyesi değil miydi...


Dip not : Yunanistan tam bir Enduro cenneti, İtalya da göreceğimiz scooterlar ne kadarsa burada da o kadar çok Enduro var ki herkes motorize ve kocaman teyzeler bile bu şekildeJ Özellikle W Strom 650 burada iyi satmış onu anlıyoruz bir de çok fazla sayıda Africa Twin dikkatimizi çekiyor.




Pizza, Makarna ve Şarap cenneti İtalya...


Sabah İtalya saati ile 8 gibi vardık Brindisiye. Brindisi küçük bir liman şehri görülebilecek pek bir şey yok biraz daha kuzeyindeki Bari yi görerek ilk akşam için Napoli de konaklamaya karar veriyoruz. Brindisi den 1 saat sonra Barideyiz. Şehir içinde kısa bir tur atıp güzel İtaylan sandwichleriyle kahvaltımızı yapıp otobana bağlanrak Napoli ye doğru yol alıyoruz. . Napoli İtalya’nın ikinci en büyük şehriymiş dolayısıyla çok büyük ve karışık , kısa bir kayboluşun ardından ana limanın hemen karşısında yer alan otelimizi buluyoruz.Kalacağımız şehirlerde otelleri orta halli ama özellikle merkezi yerlerden seçiyoruz böylece yaya olarak gezme şansımız oluyor.Ve bir şehri en iyi yürüyerek gezebiliyorsunuz. . Napoli hakkında öyle çok korkuttular ki hırsızlık olaylarından ötürü , otelin önündeki motosikletler için ayrılmış kaldırım parkına bırakmaya cesaret edemiyoruz. Hemen yakıdaki otoparka bırakıyoruz ,akşam 6 dan ertesi gün saat 11 e kadar açık otopark ücreti olarak 15 € alıyorlar.Kapalı otopark ise 25€ idi.
Napoli diğer İtalya şehirleri kadar turistik değil ancak onlardan aşağı kalmayacak kadar tarihi yapıları da bünyesinde barındırıyor. Öncelikle Kraliyet Sarayı, Katedral, Castel Nuovo yu geziyoruz. Capri adası ve Vezüv ü ise ertesi sabaha bıraktık .Pizzanın doğduğu şehir olan Napoli’de başka birşey yememiz düşünülemezdi doğal olarak! Ama dedikleri kadar varmış enginarlı pizzama bayıldım.Limanda yürüyüş yapıp Dolunayı seyrediyoruz.Hiç de dedikleri gibi güvensiz bir şehir gibi gelmedi bana Napoli, ya da biz farkedemedik bilmiyorum.









Sabah erken kalkmak için plan yapmıştık ancak uyanmamıza rağmen oteli hemen terkedemiyoruz. İş yerimden gelen bir telefon yüzünden yaklaşık 1,5 saat internete bağlanmak durumunda kalıyorum, bi o kadar da telefon görüşmesi.. Otelden maalesef 12 gibi ayrılıyoruz, bu da sabah erkenden Capri adasına gitme planımızı suya düşürüyor. Yaklaşık 50 km uzaklıktaki Pompei şehrine doğru yol alıyoruz. Deniz kıyısından hemen içeriye kurulmuş bir şehir özellikle Vezüv yanardağının kalıntıları ile ünlü, merkezde kısa bir gezinti yapıp yanardağ kalıntılarının sergilendiği açık hava müzesine giriyoruz. Kişi başı 11 € giriş bedeli ödeyerek içeride rehber eşliğinde geziyoruz Öğlen yemeğinde yine pizza yiyoruz ve Roma’ ya doğru yola çıkıyoruz.Pompei de hemen her büfede limonata satılıyor. Meşhur Amalfi limonları ile tanışıyorz her biri neredeyse küçük bir kavun kadar ve bir limondan iki barda su çıkıyor,şekerle karıştırıp biraz buz atıp servis ediyorlr bu sıcakt iyi gidiyor doğrusu.
İtalya nın tümü otobanlarla kaplı, sık aralıklarla içinde karavan parkı ve otel bile barındıran mola yerleri mavcut, biz genellilkle Autogrill leri tercih ediyoruz. Yolumuzun üzerinde görmeden geçemeyeceğimiz yerler yoksa ve uzun mesafe yapacaksak Otobanlara girmeyi tercih ettik ama onun dışında normal yollardan gittik çoğunlukla. Otoban ücretleri çok da az değil örneğin Napoli-Roma arası yakşalık 250 km için 15 € otoyol ücreti ödüyorsunuz. Bozuk para olması şart değil ayrıca kredi kartı ile de ödeyebiliyorsunuz.
Akşam saatlerinde Roma’dayız ancak otelimizi bulmak hiç kolay olmayacak.Yola çıkarken son anda Avrupaya gidiyosunuz ne gereği var diye GPS almaktan bizi caydıran arkadaşlarımızın kulaklarını çınlatarak kaybolmaya devam ediyoruz. Hava kararıyor ve biz tam bir alacakaranlık kuşağı içindeyiz sürekli aynı yere çıkıyoruz ve doğru yolu bulamıyoruz bir türlü ! En sonunda bir taksi durağı bluyoruz ve bizi oteli götürmek üzere taksiyi takip ediyoruz..Yunanistan da olduğu gibi burada da taksiler bizde ki gibi trafikte serbestçe dolaşamıyor duraklarında müşteri bekliyorlar ayrıca boş olarak trafikte gezdikleri görüldüğünde polis ceza yazıyormuş benim kendisiyle gelmemi işaret ediyor ama olmaz diyorum bırakamam sevgili’mi ! 10 dakika sonra 8€ karşılığında otelimizin önündeyiz.
Sanırım seyahatimizin en yorucu ve can sıkıcı günlerinden biriydi, otele yerleştiğimizde saat 23 tü ve biz açlıktan ölmek üzereydik.. O halde bile hemen rahat bişeyler giyip otelimizin çok yakınında olan Piazza Venezia da hala açık restoranlardan birine giriyoruz. Ertesi 2 gün boyunca Romayı keşfediyoruz.Motorla seyahatten daha yorucu olduğunu söylemeliyim.Çok büyük bir şehir muhteşem bir şehir 2 gün yetmiyor! Başkanlık Binası, Collesium,İspanyol merdivenleri ,Aşıklar çeşmesi gibi görülmesi gereken hemen her yeri geziyoruz.Pek çok meydan kilise ve Vatikan şehri tabi...
Akşamları Otelimize çok yakın olan Tiber nehrindeki Tiberina Isolaya gidiyoruz. Şehrin ortasından geçen ve üstü heykellerle dolu bi sürü köprüyle dolu olan bu nehrin ortasında küçük bir ada var. bu ada etradfında nehir kenarında sıra sıra çok şık barlar, restoranlar ve açık hava sinemaları var. Hava karardıktan sonra tüm gün gördüğümüz turist kafilelerinin kalabalığı azalıp yerini gerçek Romalılara bırakıyor. İş çıkışı şık hanımlar beyler barları doldurmaya başlıyorlar.. Biz de beğendiğimiz bir yere geçip ışıklandırılmış köprüleri seyrederek nehir kenarında şarabımızı içiyoruz. Bu arada nehirde pek çok ördek yüzüyor ama bizi en çok şaşırtan da su samurları oluyor, kenarlarda suya bi dalıp bi çıkıyorlar çok şirinler..

Roma da çoğunlukla yürüdük ama bazen de Metro hattını kullanarak tüm şehri gezebildik ulaşım bu şekilde çok rahat oldu 2 kez de otobüs kullandık. Saatlik biletler alarak (2 saatlik bilet 2 € ) o süre boyunca her türlü toplu taşıma aracını kullanabiliyorsunuz
7.günün sabahında Roma dan ayrılıyoruz. Vatikan ı bir kez de motorumuzla turladıktan sonra – o da hacı oldu J- Floransa ya doğru hareket ediyoruz.

Otobanda fazla sıcağa da kalmamak için biraz hızlıca yol alıp 2 saat sonra Floransa’ya giriyoruz. Otelimiz en eski meydanlarından biri olan Piazza de Santa Maria Novella da, elimizle koymuş gibi buluyoruz. Tourist House oldukça şık bir otel, fiyatı ise gayet makul. Hemen yanında Vine bar var ne hoş değil mi. İtalya da hemen her meydanda sık aralarla vine barlar görebiliyorsunuz..
Güneşin batışını şehri ikiye bölen Arno nehri üzerindeki ünlü Santa Trinita köprüsünde seyredip fotoğraflıyoruz. Üzerinde yer alan kuyumcu dükkanları ağzına kadar dolu bu arada. Her köşebaşında sanatsal bir aktiviteye rastlıyoruz .
Floransa nın en ünlü yapılarından biri Santa Croce Kilisesi. Erken Rönesans doneminde yapılan kilisede Michelangelo, Machiavelli, Galileo gibi 274 ünlü kişinin mezarları yer alıyormuşKilisenin geniş meydanından yürüyerek Duomo Meydanı'na varıyoruz. Santa Maria del Fiore (Duomo) Kilisesi gösterişli cephesi ve kulesiyle her yerden görünüyor. Binanın üzerindeki detaylı işçiliği izleyerek bile saatler geçirilebilir. O kadar da büyük ki, tek bir fotoğraf karesine sığdırmak imkansız. Biz çıkmadık ama kubbesinin tepesine çıkmak ve şehre o yükseklikten bakmak da mümkün. Hemen karşısında beyaz ve yeşil mermeleri, sekizgen yapısı ve meşhur kapılarıyla vaftizhane yer alıyor. Signoria Meydanı (Piazza della Signoria) sanki bir açık hava müzesi. Mitlerden çeşitli olayları anlatan heykeller... Eski Saray'ın (Palazzo Vecchio) hemen yanında, atın üzerinde Mediciler'den Cosimo'nun bir heykeli ve tabi her Floransa sokaklarında dolaşırken müzik yapan gruplarla karşılaşmamak olanaksız gibi. Bu şehirde müzik olsun, görsel sanatlar olsun her yerde karşınıza çıkıveriyor.. Hava kararmaya başlarken kendimize güzel bir ziyafet çekmek için Signoria Meydanındaki şık restoranlardan birini seçiyoruz
Yemek sonrası St.Croce Meydanında hazırlıklarını gördüğümüz caz konserini izlemeye gidiyoruz. Şehrin hemen her meydanında küçük bir konserle karşılaşmak mümkün. Toskana şarabı eşliğinde çeşmenin merdivenlerine oturup konseri izliyoruz. Bayan solistin sesi harika. Zenci gırtlağına sahip sarışın bir bayan, şarap bittiğinde kendimi bu dünyadan iyice soyutlanmış hissetmeye başlamıştım.. Müzik, atmosfer Floransa o kadar güzeldi ki gece yıldızları seyrettim otele gitmeden önce ve bu anı hiç unutmamayı sonsuza kadar aynı hislerle hatırlayabilmeyi diledim çünkü gerçekten çok güzel ve özel bir akşamdı..
Faydalı Bilgiler;
Motorsikletinizi yurtdışına çıkarabilmek için Turingden alınması gerekli belgeler
Triptik, Uluslararası Ehliyet, Green Card (Yurtdışı kaza sigortası)http://www.turing.org.tr/
Yunanistan-İtalya feribot biletleri için http://www.viamare.com/
Otel rezervasyonlarımız için http://www.booking.com/, http://www.hostelbooking.com/
İtalya da benzin litresi 1,45-1,60 € arası, Otoyollardaki benzincilerde fiyat biraz daha pahalı, deponuzu otobana girmeden doldurmak akıllıca.
İtalyanlar bizim gibi sıcakkanlı insanlar, özellikle güneyde ingilizce bilen çok az ama siz bir kaç kelime italyanca söyleyince yardım etmek için çırpınıyorlar
Gezimizin geri kalanını en kısa zamanda aktaracağım.



Yeni gezilerle buluşmak üzere hoşçakalın….
pinarsidarta@gmail.com

Friday, August 08, 2008

ÇOK YAKINDA BURADA....


Baharın ilk günlerinden beri acaba yapabilir miyiz, zorlanır mıyız, şartlar uygun olur mu diyerek bir kararlaştırıp bir vazgeçtiğimiz tatil planımız gerçekleşme aşamasına geldi, tüm evraklar vizeler hazır.. 16 Ağustos ta düşüyoruz yine yollara...

Yunanistan- İtalya-Fransa macerası çok yakında burada :)))


Sevgiyle...

Friday, May 30, 2008

Gelibolu Assos _19 Mayıs Coşkusu

Yaşasın 19 Mayıs !

Bu yıl 19 mayıs tatilini Kaş ta dalış yaparak geçirmeyi planlarken planlarda olmayan ameliyatım nedeni ile dalış yasaklısı olunca son anda rotayı değiştirip 19 Mayıs ın anlamına uygun bir rota planladık . Gelibolu Tarihi yarımada , Çanakkale ve oradan ver elini Assos... Kendi kendimize planladığımız bu geziye son anda çek sevgili arkadaşlarımız Arzu ve Serdar da dahil olunca çok daha keyifli bir gezi olacağı önceden belli olmuş oldu.. 17 Mayıs sabah 06:00 da Ataşehirde buluşup yola 2 motorsiklet yola çıkıyoruz. Tekirdağ- Keşan- Güneyli üzerinden saat 10 civarında Gelibolu dayız. Serdarın rehberliğinde şehitlik ve abideleri gezmeye başlıyoruz. Çok etkileyici, her bir anıtta tüylerimiz diken diken oluyor, tarihin derinliklerine yolculuğa çıkıyoruz. Atatürk ün dehasını , Türk Ulusunun gücünü, Dedelerimizden miras kalan Cumhuriyetimizin Yüceliğini bir kez daha anlıyorum . Ve Utanıyorum ! Akşamüstü Kilitbahir den Çanakkaleye geçiyoruz, şehir içinde kısa bir tur atıp Assos a doğru yolalıyoruz. Assos ta konaklamak için son anda yer bulabildiğimiz Behramkale Dolunay pansiyona ulaştığımızda saat 20:00 oluyor.. Yolun ve beklenmedik hava sıcaklığının yarattığı yorgunluğu atabilmek için kendimi buz gibi duşun altına atıyorum... Köy içerisinde yemek yemek için çok alternatif olmadığından gözümüze kestirdiğimiz iki katlı küçük restorana giriyoruz....