Sunday, July 15, 2007

TRANSALPLE DOĞU KARADENİZ



Başlarken ...

Geçen kış düşmüştü aklımıza, motosiklet ile boydan boya Doğu Karadeniz turu yapmak..

İlk planda temmuz ikinci hafta diye ortaya bir tarih atıvermiştik çok fazla düşünmeden.. Yakın motorcu dostlarımız Serdar ve Gökhan a da teklif ettik hemen... Sonra da konu çok açılmadı.. Günler haftalar yoğun iş temposunda öyle hızlı geçti ki bu sene, ılık bir bahar gibi geçen kış, ardından erkenden gelen yazla birlikte anlamadan bir de bakıverdik hazirandayız ve biz bu tatili tamamen unutmuşuz.. Tabi bu arada Egemen yıllık iznini temmuz 2. hafta diye kesinleştirip bildirmiş bile İK ya benim haberim yok...
Haziran son hafta anladık ki önümüzde sadece 9 gün var bu yolculuğa çıkmak için ve bizim hiçbir hazırlığımız yok... Bu sebeple yolculuk öncesi son hafta çok yoğun ve koşuşturmalı geçti.. Yapılacak çok şey vardı, rota ve yol bilgileri, konaklama detayları, görülecek tarihi yerlerin belirlenmesi, ekipman eksiklerinin giderilmesi gibi ayrıntılarla uğraştık son hafta.. Tabi her zaman ki gibi teknik konuları Ege ayarlarken bana da konaklama, yeme içme , gezme görme bilgileri toplama işi kaldı ama topladığım bilgilerle oluşturduğum yolculuk planı çok işimize yaradı itiraf etmeliyim..


Son akşam işten eve geldiğimizde yanımıza alacaklarımızın hiçbiri hazır değil ve Ege bilgisayarda çalışması gerektiğini söylüyor :(

Ama üstün planlama yeteneğimle daha önce yanımıza alınacaklar için detaylı bir liste yaptığımdan bir iki saat içinde malzemeler hazır .
Sıra geldi bunları en optimum şekilde topcase ve depo çantasına sığdırmaya...
Biraz abartmışım sanırım ıhhh kapanmıyor bu !!! derken Ege imdadıma yetişiyor... Bu konular da çok iyidir.. küçücük bir çantaya neler sığdırabileceğini görseniz inanamazsınız ancak buna rağmen aldığım pek çok temizlik malzemesi –duş jeli-deodorant vs gümrüğe takılıyor ve sınırı geçemiyor ( ikimize bir deodorant yetermiş . koca duş jeli şişesini ise düşünmemeliymişim sabun almış yanına hem de dove muş neyime yetmezmiş... ) yolculuk öncesi ilk küçük krizimizi atlatıp her şeyi kontrol edip saat gece yarısını geçtiğinde ancak uyuyabiliyoruz... yarın için çok heyecan
lıyım !

1. Gün

Sabah 4:30 da uyanıyoruz. Hedefimiz bu saatte yola çıkabilmekti ancak gece çok geç yatınca bünyelere haksızlık etmeyelim dedik daha ilk günde.. Yüklemeleri son kontroller derken siteden hareket saatimiz 05:50 yi gösteriyordu... Saat 06 :00 itibariyle Ataşehir gişelerdeydik ve sanırım yolculuk başlamıştı !!!

Paralı yolda sorunsuz ve biraz hızlıca yol alıp ilk molamızı vermek üzere Gerede çıkışı öncesi Metro tesislerine giriyoruz. Saat 9 a yaklaşıyor ve kurt gibi acıkmışız ... açık büfe kahvaltı çok iyi geldi doğrusu ... yola devam.. Paralı yolun ardından Samsun yolu .Yolun büyük kısmı bölünmüş yol ve dümdüz... yaklaşık her 100 km de bir mola verip dinleniyoruz.. Yol kenarında köylüler mısır satıyor kaçırır mıyız.
12 den sonra sıcak fena bastırıyor ve tempomuz düşüyor..
İst-Samsun 730 km . Samsun a yaklaştıkça Kızılırmak sol tarafta bize eşlik etmeye başlıyor manzaralar güzel. Samsun a yaklaşık 150 km kala yolun sağ tarafında iç kısımda bir çeşme görüyoruz . Dağdan gelen bir su, buz gibi ve çok lezzetli hemen yanında da küçük salaş bir tesis.. Yanda fotoğrafını gördüğünüz Semaverde odun ateşinde çay ikram ediyorlar.. suyun lezzetinden olsa gerek bugüne kadar içtiğim en güzel çay .Sohbet ediyoruz buradaki insanlarla hepsi de bu sıcakta deli olduğumuzu düşünüyorlar..
İnsanlar çok sıcak ve meraklı.. hemen kaynaşıyoruz ..

Ve Nihayet Samsun’dayız.. Bir günde yaptığımız en uzun yoldu bu ve sağsalim tamamladık..

Şehir merkezinde kısa bir tur atıp daha önce tel. ile görüşüp rezervasyon yaptırdığımız Vidinli Oteli buluyoruz.. Cumhuriyet meydanında bu otel ama çok iyi görünmüyor gözüme.. En Azından Nişanyanların kitabında tavsiye edilmiş ama neden sorusu geliyor aklıma.
Resepsiyonda bize tlf.da söylenen fiyatın iki kişilik diye sorduğumu çok net hatırlamama rağmen tek kişilik olduğunu söyleyip bir gece ve böyle bir otel için fahiş bir fiyat istiyorlar bizden !! Ege nin tepesi atıyor ve kalmıyoruz burada diyor..
Gezi için internetten data toplarken ne olur ne olmaz diye her konaklama durağında birden fazla otel not etmiştim.. Elimizde telefonu olan Cem oteli arıyoruz ve diğer otelin tek kişi için istediği fiyata iki kişi oda kahvaltı diyorlar.
Tarif alıp 5 dk sonra oradayız.. Belediyenin hemen yanında 6 katlı gayet güzel bir otel.. Bize çatı katında yenilenmiş deniz manzaralı bir oda veriyorlar... o kadar sıcakta kaldık ki kendimi klimanın önüne atıveriyorum.. Hızlı bir duşun ardından terasta güneşin batışını seyredip Samsun’u gezmeye çıkıyoruz.. Cumhuriyet meydanında bişeyler yiyip yorgun vücutlarımıza isyan ederek uykuya dalıyoruz.. Bugün sanırım hayatımda fiziksel olarak en çok yorulduğum gün, kafam henüz yastıkla buluşmadan uyumuşum ki hiç bir şey hatırlamıyorum. Düşünün Ege bile horlamadı horlayamadı çünkü bayıldı:)


2.Gün

Ertesi sabah dinlenmiş ve beklemediğim kadar dinç uyanıyoruz.. Kahvaltıdan sonra eşyaları lobiye indirip yürüme mesafesinde olan GAZİ Müzesine gidiyoruz..
Gerçekten çok etkileyici.. Atamızın Samsun’a çıkış planları o dönemde hissedilenler aynen yansıtılmış, basında ya da nette daha önce hiç görmediğimiz fotoğraflar var ve çok etkileyici .Buradan tarihi Bandırma vapurunu ziyaret edip Ordu ya doğru yola koyuluyoruz.

Sırasıyla Terme, Ünye, Fatsa, Ordu, Giresun, Espiye ,Tirebolu Görele Akçaabat üzerinden keyifli bir yolculukla akşam saatlerinde Trabzon’dayız.. Yol boyunca pek çok yerde mola verdik. Espiye’de pide yedik , Akçaabat’ta köftelerin tadına bakmadan geçmedik.
Trabzon’a vardığımızda ertesi sabah Sümela manastırına gitmeyi planladığımız için Maçka yakınlarında konaklamaya karar veriyoruz. Nişanyan kitabında tavsiye edilen Kayalar pansiyonu arayıp yol bilgilerini alıp rezervasyonumuzu yaptırıyoruz. Az sonra Maçka yolundayız.
Yol yaklaşık 45 dk sürdü bu arada güneş batmaya başlamış ışık oyunları ile bulutları renklendiriyor, ben arkada bi yandan Ege'ye gördüklerimi anlatıp bir yandan da bulutları fotoğraflamaya çalışıyorum . Maçkaya geldiğimizde yol sağa doğru devam ediyor. Biz de elimizdeki bilgilerde Maçka dan Sümela yolu 15. km de Kayalar pansiyonu bulacağımızı düşünüp giriyoruz yola. Yol asfalt ama keskin virajlar .
Ege kaptırıp gazlıyor arada kamyonlar çok fazla.. Km ye bakmak aklımıza bile gelmiyor.. hava iyice kararıyor, bir ara tabela gözümüze çarpıyor Torul 20 km, Gümüşhane 60 km !!!!
Bu nedir neredeyiz derken yol üzerinde salaş bir konaklama tesisi görüyoruz kocaman tabelada et ızgara ve sütlaç yazıyor.
Mangal başındaki arkadaşa soruyoruz bize gülümsediğini gördüğüm anda ters yönde olduğumuzu anlıyorum. Gümüşhane ye az kalmış Zigana geçidine gelmişiz !! İyi dimi zaten görmeyi planlıyorduk ama gece değil tabi.
Açlıktan ölüyoruz bu arada ve kokular çıldırtıyor. Her zaman ki gibi abartıp 1 kg ızgara et siparişi veriyoruz.. Az sonra soframıza bir koca tabak tepeleme et geliyor ne çok inanamıyorum Aklıma Gamze’lerle Polonezköy’de 50 ytl ye 1 kg diye getirilen sadece ama sadece 4 parça olan kazıklanma maceramız geliyor kulaklarını çınlatıyoruz.
Abartısız bugüne kadar yediğim en güzel et, ya o üzerine yediğimiz fırın sütlaç
O neydi öyle ya dağ başında hiç umulmaz bir tesiste böylesi lezzetler bravo diyorum..tabi gelen hesabı burada yazmıyorum ama çok komikti !
İnsanlar çok sıcak çok içten hemen ilgileniyorlar yardımcı olmaya çalışıyorlar. Biz etlerimizi yerken hemen biri geliyor yanımıza Zigana’da pansiyon ayarlayabileceğini söylüyor bu saatte Maçka’ya geri dönmek ve oradan Sümela zor olabilir tabi o kadar etten sonra tamam diyoruz, sabah Gümüşhane Torul arasında ki Karaca mağarasını görüp oradan Sümela’ya döneriz. Ancak az sonra tanıdıkları pansiyonda yer olmadığını başka bir yerin de güvenli olmayabileceği için tavsiye etmediklerini öğreniyoruz !!
Hevesimiz kursağımızda kalıyor ama olsun her işte bir hayır vardır deyip geldiğimiz yoldan Maçka’ya geri dönüyoruz.. Bu kez doğru yoldan geçip Sümela yoluna sapıyoruz. Oldukça dar ama asfalt ve vahşi orman içerisindeki bu yolda yolda Egemen , arkasında ben ve arkamda Yusuf ile 30 dk yolculuk yapıyoruz. O kadar karanlık ve sık orman ki o koca çam ağaçlarının gölge oyunları itiraf ediyorum ürkütüyor beni.. Intercom sürekli açık Ege dalga geçiyor benimle

Kayalar pansiyonu buldugumuzda sıcak ev sahipleri kapıda bekliyorlardı bizi.. Motorla geldiğimizi bildiklerinden merak etmişler yatmamışlar... Taze demlenmiş çayla karşılıyorlar bizi saat 23 bu arada. Biraz dinlenip çaylarımız yudumladıktan sonra uykunun kollarına bırakıyoruz kendimizi.Hemen yanımızda akan nehrin sesinden bir süre uyuyamıyorum . Birkaç saat sonra da müthiş bir mide ağrısıyla uyanıyorum.. ee o kadar yersem olacağı budur.İlkyardım çantasındaki asidopanı alıyorum sadece iki tablet var. Yarım saat arayla çiğniyorum biraz rahatlayıp uyuyorum .. ama saat 5 de aynı ağrıyla uyanıyorum.. yapacak bişey yok ben de başlıyorum yazmaya.. Bu arada Ege fosur fosur uyuyor :)


3.Gün

Kayalar pansiyonda kahvaltımızı yapıp erkenden Sümela manastırına doğru yola çıkıyoruz. Bulunduğumuz yerden sadece 3 km uzaklıkta olduğunu söylüyorlar. Gece başlayan incecik yağmur ve yoğun sis içerisinde ıslak virajlardan kıvrılarak milli park girişine ulaşıyoruz. Sümela çıkışı için detayları öğrenip yola devam ediyoruz.
Yoğun sis ve yağmur gittikçe artıyor ve biz gittikçe bozulan yolda rampa çıkmaya devam ediyoruz.... rakım gittikçe artıyor ancak manastır ya da ona işaret eden herhangi bir şey yok.. birkaç km daha ilerledikten sonra yol ince bir çamur tabakasıyla kaplı mıcıra dönüşüyor ve zaman zaman zorlanıyoruz...bu arada geniş bir yaylaya ulaşmış durumdayız yağmurdan koruyamadığım makine yüzünden çok fazla
fotograf çekemiyoruz zaten sis iyice arttığından görüş çok düşmüş durumda... Ulaştığımız yayla da serpilmiş birkaç ev görüyoruz... bacalarından duman tütüyor...

Yanlış yola girdiğimizi ve kaybolduğumuzu anladığımız anda bir minibüs geliyor.Bizi görünce sis ve çamur içinde, onlar da şaşırıyor.Meğer manastır yolu için milli park girişinden 3 km sonra sağa sapmak gerekirken biz sola sapmışız..Doğanlar yaylasına ulaşmışız.. Nişanyanların kitabında bahsettiği yola
Sanırım o yoldan devam etseydik çok ilerde Gümüşhane oradan da Erzincan a varabilirdik:)
Yayladan Sümelaya inişte çamurunda etkisiyle daha da zorlandık.. bir ara o kadar kastım ki motorda ha düştük düşeceğiz diye Ege inmemi onu da sinirlendirdiğimi söyledi çünkü bir yandan da intercomdan dırdır ediyordum... o çok dik iki virajı- yaklaşık iki km- Ege kontrollü olarak indi ben de arkasından yürüdüm :) Sonunda sisler içerisinde manastır yzünü gösterdi bize.
Bu arada yağmurdan dolayı ıslanmaya başladık. 300 mt lik dik patikayı eşyalarımızla beraber tırmanıyoruz.Cumartesi olduğundan sanırım çok ziyaretçi var büyük çoğunluğu da yabancı turistler.Manastır girişinde görevlilerden rica edip montlarımızı kaskları ve iki sırt çantasını güvenlik binasına bırakıyoruz.
Gerçekten çok etkileyici ancak duvarlar ve tavanlarda ki gravürlerin tahrip edilmesi üzerlerine isimlerin yazılıp özellikle İsa ve havari tasvirlerinin gözlerinin oyulmuş olması hayal kırıklığı yaratıyor. Böylesi bir tarihi koruyamamız ne acı.
Sisler içinde Sümelayı geride bırakıp bir daha kaybolmamak üzere birbirimize söz verip inişe geçiyoruz.
Gümüşhane üzerinden Torul Karaca mağarasına gitme planını bir sonra ki Karadeniz turumuza bırakmak zorundayız hem sis hem de yağmurun şiddeti hem yayla kayboluşu pardon ziyareti nedeni ile programımızı aksatmış durumdayız zaten.

Ayder için yoldayız ama Maçka - Trabzon arasında yağmur iyice şiddetlenip doluya dönüşüyor.. Zaten içimiz ve saçlarımız ıslak olduğundan ben üşümeye başlıyorum
Yine de vakit kaybetmemek için max 7o km hızla Trabzon merkezden yola devam.. yaklaşık 200 km yolumuz var... belki yağmur durur güneş açar ısınırız diye umuyorum ama gittikçe şiddetleniyor. Sol tarafta Karadeniz hırçın dalgalarıyla coşmuş...sürekli kaskın vizörünü siliyorum bu arada eldivenlerimizin yağmurda ne kadar dayanıksız olduğunu anladık bu tecrübeyle... öyle su aldı ki eldivenin içinden montun kollarına yürüdü su ve oradan içimize... ben yavaş yavaş titremeye başladım ama yanımızda uzun kollu olarak sadece birer ince penye aldığımızdan onları da giyiyoruz ama bi etkisi olmuyor....
Nihayet Çamlıhemşin’e varıyoruz ama benim devam edecek durumum yok zatürre olacağım... ilk gördüğümüz esnaf lokantasına girip kaynar bir ezogelin çorbası içiyoruz ve biraz olsun içimiz ısınıyor... Çamlıhemşin’ de bir tane giyim mağazası varmış oraya gidip uzun kollu bir şeyler bakıyoruz ben bir yün hırka alıyorum ve giyiyorum şimdilik sadece 22 km yolumuz kaldı Ayder’ e.

Bu arada bir gün önce arayıp geleceğimizi kesinleştirdiğimiz Fora pansiyoun sahibesi Kader hn bir çok çağrı bırakmış cep telefonuma.. Arıyorum hemen, bu hava da halimizi merak etmişler... durumdan bahsettik kısaca, tahmin edip sobayı yakmışlar çorba da var hadi gelin diyorlar.. bu bile içimizi ısıtmaya yetiyor..
Nihayet Ayder’deyiz.

Kader Hn bizi karşılayıp eşyalarımızı taşımamıza yardım ediyor ve odamızı gösteriyor... Islak yavru kediler gibi kuyruğumuzu titreterek ve montlardan tulumlarımızdan akan şakır şakır sularla pansiyonu batıran halimizi hiç unutmayacağım....... Ege hemen sıcak duşa girerken kuru giysi ayarlamaya çalışıyorum ben de
Sonra duş sırası bende, sıcak su öyle iyi geliyor ki çok üşümüşüm.-..
Biraz kendimize gelip insana döndükten sonra pansiyonun salonu na iniyoruz.
Açık mutfak kocaman bir masa ve köşeli sedirden oluşan bu alanda kuzine yanıyor sıcacık.. Bizden başka Ordu lu 4 çift ve çocuklarından oluşan 13 kişilik bir grup var.. Hemen kaynaşıyoruz. Pansiyonun Sahibi Mehmet bey ilgileniyor bizimle ıslak eşyaları kurutmamıza yardım ediyor. Fora Pansiyon konum itibariyle Ayder de yaylayı en yukarıdan gören 2-3 pansiyondan biri.Ana salondan büyükçe bir terasa çıkılıyor tüm yayla ayaklar altında.. Sundurmanın saçakları altından akan yağmurun eşliğinde Mehmet Bey in kendi elleriyle yaptığı sebzeli alabalık yeniyor önce rakı eşliğinde..Biz gelmeden önce aşırı yağmurdan dışarı çıkamayan Ordu lu grupla sıkı bir okey masası kurmuşlar kaybeden taraf alabalık olayına girmiş. Kader Hn ana yemek bu değil kaptırmayın kendinizi diyor da tıka basa yemiyorum.. Gerçi bu yolculuğa çıktığımızdan beri sürekli farklı tadlar deniyoruz... bitmek bilmez bir iştahım var sunulan hiçbirşeye hayır demiyorum.. Akşam yemeği hazırlıklarına yardım ediyorum diğer pansiyoner bayanlarla birlikte.. bu arada Çamlıhemşin den aldığımız hırka bayağı sıcak tutuyor beni.. Yemekler süper, sonrasında Mehmet Bey sundurmanın altında ki sömineyi yakıyor, hemen başında toplanıyoruz... bir şişe şarap açıyor Mehmet Bey bana, onlar Ege ile rakıya devam:) Karanlıkla birlikte sis çöküyor yağmur hız kesiyor , bu sene buralar da çok kurak geçmiş, geçen yaz tam 58 gün yağmur yağmış diye anlatıyorlar inanamıyorum... Ateşin başında tatlı bir sohbet başlıyor.. Mehmet Bey eski bir turizmci.. Şu anda da bu pansiyonla beraber Çamlıhemşin’in 17 km batısında ki bir başka yayla da doğal hayat çiftliği işletiyormuş aynı zamanda profesyonel bir dağcı kendisi... İki çocukları var, 13 yaşında kızları Güneyce ve 3 yaşındaki oğulları Dağlar.. Özellikle Dağlar çok enteresan bir çocuk ayrıca uzun uzun yazmak istiyorum..O kadar kültürlü ve aydın insanlar ki eşi ve kendisi sohbet hiç bitmesin istiyoruz..Kah siyasete bulaşıyoruz kah geçmiş günleri anıyoruz. Alkolünde etkisiyle odalara nasıl çıktığımızı hatırlamıyoruz..


4.Gün Pazar
Sabah gözüme giren yoğun güneşle uyanıyorum... Yağmur gitmiş saat henüz 6;30 ama ışık o kadar yoğun ki.. ne akşamdan kalmalığın ne de yağmurun etkisi hiçbişey kalmamış süper bomba gibiyim ama benden başka herkes derin uykuda . Sessizce giyinip kendimi dışarı atıyorum.. heryer ıslak çimlerin üzerindeki çiğ tanelerini selamlıyorum pırıl pırıl parlıyorlar!

Ayder meydana ulaşıyorum in cin top atıyor tabi... biraz fotoğraf çekip kaldırıma yerleşiyorum.. karşımda gökyüzüne uzanan çam kaplı dağlar ortasından akan Ayder şelalesi ve ben oksijen depolayıp kendimi tazelerken hafiften hareketlilik başlıyor ortalıkta..esnaf yavaş yavaş dükkanlarını açıyor birkaç turist benim gibi erkenden kalkmış
Biraz daha oyalanıp ekmek fırınından sıcacık ekmekler alıyorum kahvaltı için... tabi pansiyona çıkana kadar birinin ucundan kemirmeye başlıyorum :) Canım anneannemin deyimiyle tekbarsak oldum ben burada yaa.. durmadan bişeyler yiyen hiç doymayan kişiler için kullanırdı bu betimlemeyi...Pansiyona geri dönüyorum ahali hala derin bir uykuda saat 8 i geçti hadi ama yaaa.. bende alıyorum notebook u pansiyonun 3.katında ki balkona yerleşiyorum manzara muhteşem bir yandan önceki günleri yazarken bir yandan da ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum..

Birazdan aşağıdan sesler ve kokular geliyor kahvaltı hazırlıkları başlamış hopp odaya dalıyorum horlayan Ege yi zorla uyandırıp yardıma iniyorum aşağı...
Güneşte terasa kurulmuş masalarda ediyoruz kahvaltımızı .. Kader abla muhlama yapıyor bugünde kadar yediklerimin en iyisi diyebilirim.. çok lezzetliydi bir de doğal yaşam çifliklerinde kendilerinin yetiştirdiği organik ahududulardan reçel yapmış.. yok böyle bir lezzet, sanırım koca kasenin tümünü ben yedim..
Kahvaltının ardından Ordu grubunu yolcu ediyoruz hep birlikte.. Bu arada Dağlar ile akşamdan sözleşmiştik beraber motora iner miyiz demişti..yarım diliyle.. Dağlar, Ege ve ben aşağıya iniyoruz motora binip fotograf çekiyoruz..Dağlar,sanki çocuk değil kocaman bir adam, bakışları o kadar derin ki konuşması hali edası ile çok seviyoruz onu...Pansiyona döndüğümüzde Mehmet Bey in NTV Karadeniz muhabiri misafiri ile tanışıyoruz.. Yöre kültürü hakkında güzel bir sohbete dalıyoruz. Bu arada dün Sümela çıkışında tanıştığımız iki motorcu Barış ve Umut geliyorlar. Akşam yağmurdan dolayı Ayder e yetişmeyip Rize de konaklamışlardı. Öğle yemeği için onları Fora ya yönlendirip biz Fındıklı ya gitmek için hazırlıklara başlıyoruz. Umut başka bir motorcu ile Kavron yaylasına çıkmayı planlıyor. Barışı ise Fındıklı da gerçekleşecek olan 2.Yeşil Yayla festivaline davet ediyoruz, bizimle gelmeye karar veriyor. İşyerinden arkadaşım ve Egemen in hemşehrisi Alev le günler öncesinde konuşmuş onların müzik grubu Dalepe Nena’ nın konserine katılacağımızı bildirmiştik.. Saat 13 gibi Ayder’den hareket ediyoruz yol güzel, hava güzel.
Saat 15 gibi Fındıklı da Çağlayan bölgesinde tarihi taş evlerden birinin avlusunda oluşturulan etkinlik alanındayız... Bu bölgede ki tarihi yapıların ve derelerin korunması için oluşturulan bu etkinliğe katılmaktan çok büyük bir mutluluk duyuyoruz.
Bu festivale büyük katkısı olduğunu öğrendiğimiz sanatçı Birol Topaloğlu ile tanışıyoruz. Kendisini Lazca şarkılarından biliyorum ancak daha önce hiç görmemiştim. Alev’in eşi Gökhan’ la biraz sohbet edip konser başlamadan Serenderin gölgesinde güzel bir yer kapıyoruz. Epey kalabalık.. Nihayet hemen hiçbir konserini kaçırmadığımız sevgili Dalepe Nena ekibi karşımızda .. Hoş melodilerle kah hüzünlenip kah eğleniyoruz. Delepe Nena hakkında detaylara http://www.myspace.com/dalepenena linkinden ulaşabilirsiniz.


Karadeniz ezgileri gerçekten çok etkileyici ..
Sevgili Kazım Koyuncu’ yu da anıyoruz... Konserin sonunda Birol Topaloğlu’nun tulumu öncülüğünde gerçek bir horon izliyoruz. Daha önce başından sonuna tamamıyla bir horon izlememiştim ne kadar uyumlu ve farklı figürler içeren bir oyun... sürekli video çekiyoruz kartların bellekleri doluyor ama kayıtlar için çok mutluyum.

Akşam için babanannenin Fındıklı Yenimahalle deki evinde konaklayacağız Barış ve Umut u da davet ettik ..Babannne çok sevinecek...
Konser sırasında Egemen’in büyük kuzeni Zafer abiyi arayıp haber veriyoruz geldiğimizi. Daha sonra ayrıca uzun uzun anlatılacak tipik laz bir karakter olan Zafer abi hemen konsere geliyor, bizimle birlikte horonu izleyip akşam için babannenin evinin hemen yukarısında yer alan yazlık evinde bizi mangala davet ediyor . Barış ve Ege rakı teklifine balıklama atlıyorlar...

Çarşıdan alışveriş yapıp iki motor babanneye habersiz gidiyoruz bahçede bizi görünce sevinçten deliye dönüyor tabi motorla geldiğimizi anlayınca güzel bir azar işitiyoruz :)
Birkaç saat sonra Umut un da gelmesiyle mangal masası iyice keyifleniyor... gece yarısına kadar sohbet harika..
O gece çok güldük neden bilmiyorum bir ara neye güldüğümüzü unutup gülmeye devam ettik...Sanırım yolculuğumuzun en eğlenceli gecesiydi.
Zafer Abi'nin ve eşi İlknur Abla'nın misafirperverliğini hiç unutmayacağız.



5.Gün Pazartesi

Ertesi sabah babaannenin meşhur böreği ile kahvaltıya oturup mideleri tıkabasa dolduruyoruz.. Evden çıkarken bile ağzımıza bişeyler tıkıştırıyor ve hala ‘ne yedunuz heç bişey yemedunuz daaa’ diyor canım yaaa...

Üç motor Hopa oradan da Sarp sınır kapısından günübirlik Batum a geçmeyi planlıyoruz.. Oldukça heyecanlıyız Batum için çok güzel şeyler anlattılar..
Ama sınır kapısında ilk kötü haberi alıyoruz.. bilgisayar sistemleri
kilitlendiği için giriş çıkış yapılamıyormuş akşama kadar bekleyin belki olur diyorlar, napsak yarın mı gelsek derken asıl kötü haberi alıyoruz... nette ve birkaç arkadaşımızın tavsiyesi ile sadece kimlik ile günübirlik giriş yapılabilir diye bildiğimizden pasaportları son anda çantadan çıkarmıştım:( Umut ve Barış ta aynı şekilde..Yapacak bir şey yok maalesef geri dönüyoruz , makus kaderimize küsüp bir sonra ki turumuza erteliyoruz Batum u...
Hopa ya 5 km kala dönüşte yolun biraz iç tarafında kocaman bir şelale görüyoruz. Sıcaktan pişmişiz direk dalıyoruz içeri.. yaklaşık 30 mt den dökülüyor ve altında çok güzel bir havuzu var.. hemen atlıyoruz suya, çok soğuk ama kimin umurunda .. yaklaşık bir saat adını , varlığını bilmediğimiz bu şelalede yüzüp dinleniyoruz.
Keşif amaçlı Artvin yoluna sapıp Borçka ya gidiyoruz.. Yol yaklaşık Hopa dan 36 km , çok dik ve virajlı ancak manzara muhteşem.. dağların tepesinde hala karlar var.. Borçka da Çoruh nehri kenarında salaş bir tesis bulup bişeyler yiyoruz.
Akşam için babaanneye döneceğiz öyle planlamıştık.. bir günü burada dinlenerek geçirip devam edeceğiz.


7.gün


Öğlene doğru hazırlanarak yola çıkıyoruz. İstikamet tekrar Borçka ancak buradan Macahel Camiliye geçmeyi planlıyoruz.

Öğleden sonra Borçka dan dönüp Artvin istikametinde ilerliyoruz.. Borçka çıkışında Barhal barajı var inşaat tamamlanmak üzere ..Baraj manzarasında Artvin mısırı yiyerek fotoğraf çekiyoruz.. Artvin e yaklaştıkça iklim coğrafya değişmeye başlıyor.. Sürekli tırmanıyoruz . Yamaçlar oldukça dik, yol çok virajlı, yaklaşık 1 saat sonra dik bir yamaca kurulmuş Artvin’in aşağısındayız.. Şehri görebilmek için başınızı iyice yukarı kaldırmanız gerekiyor .Gece gelmiş olsak sanırım yıldızlarla Artvin ışıklarını karıştırabilirdik.. Elimizdeki rehber kitaplarda Kafkasör yaylasına çıkmadan Artvin den geçmeyin yazıyor, şehir girişinde durmuş fotoğraf çekerken yanımıza motorsikleti ile bir amca yaklaşıyor.. Honda Falcon 400 cc lik motoru ve tam tekmil kıyafeti ile bizi şaşırtıyor. Emekli öğretmenmiş, Artvin merkezde anahtarcılık yapıyormuş, şimdi Borçka ya acilen gitmesi gerekiyormuş siz çıkın ben geliyorum sizi ağırlayacağım bu akşam burada kalın diyor.. Bu sıcaklık ve içtenliğe şaşırıp Artvin merkeze tırmanmaya başlıyoruz. Şehir o kadar dik ki caddeler genelde tek yön, çıkış ayrı iniş ayrı, çok keskin virajlar var.. Kafkasör yaylası merkezden yaklaşık 10 km daha yukarıda yavaş yavaş tırmanıyoruz Artvin aşağıda kalıyor, manzara çarpıcı.. Yeşillik gittikçe artıyor zirvede ,yoğun bir orman örtüsü içindeyiz. Fotoğraf için durmuş manzarayı seyrederken aniden Transalp li bir bey geliyor.. Ekrem Bey Artvin devlet hastanesinde çalışan tam bir transalp tutkunu.. Hastane önünden geçerken bizi görmüş aynı öğretmen amca gibi atlamış yetişmiş... Birlikte Kafkasöre çıkmayı, bize gönüllü rehberlik yapmayı teklif ediyor... Memleketlerini motorla ziyaret etmiş olmamız çok sevindiriyor kendisini..
Gerçekten çok sıcak çok misafirperver insanlar, büyükşehirde hiç alışkın olmadığımız bu tür davranışlar gerçekten çok şaşırtıyor ve mutlandırıyor.. Doğu Karadeniz in insanı gerçekten bir başkaymış.. Ekrem Beyin rehberliğinde yaylayı geziyoruz. Parkur zorlu çok keskin virajlarla dolu. Öncelikle meşhur Kafkasör yayla şenliklerinin ve boğa güreşlerinin yapıldığı arenaya çıkıyoruz.. Her yıl haziran ayının son haftasında burada şenlikler düzenlenir ve binlerce kişi çadırları ile katılırmış... Keşke görebilseydik.. Arenadan biraz daha yukarı çıkıp milli parka giriyoruz. Burada kamp imkanları bisiklet parkurları ve çok güzel restaurantlar var..
Bunlardan birine girip ağaçlar altında serin bir gölgeye oturuyoruz.. Ekrem bey tam bir motorcu eşiyle birlikte kendi gruplarıyla haftasonları Gürcistan turları ve diğer yakın yerlere gidiyorlarmış Transalp i ise tam 9 yaşında ve tamamiyle orijinal... Teknik açıdan son derece bilgili Ekrem Bey bize yolda herhangi bir arıza olursa ne yapacağımızı anlatıyor, öyle ki kendisi motorunu rutin bakımlar için bile servise götürmüyor kendi yapıyormuş, zaten topcase inden çıkardığı yedek parçaları görünce şaşırıyoruz :)
Birazdan Barış ve Umut Camili den yetişerek bize katılıyor, dağ suyundan yapılmış son derece lezzetli çaylarımızı içerek Ekrem Bey in daveti ile başka bir restauranta
gidiyoruz.. Burada da Ekrem bey diğer motorcu arkadaşlarını arıyor. O kadar misafirperverler ki durmadan yemek ısmarlayıp akşam için evlerine davet ediyorlar ısrarla.. Derken iki motorcu daha geliyor.. Biri şehir girişinde tanıştığımız emekli öğretmenimiz. Yanında da yine aynı grupdan Artvin merkez imamı Yamaha XL 650 ile geliyor.. Şaşırıyoruz.. Burada böyle bir grupla tanışmayı hiç beklemiyorduk doğrusu.. Hep birlikte muhlama yiyip uzun uzun sohbetlere dalıyoruz.. İmam inanılmaz modern görüşlü o kadar ki diğer arkadaşları Yaşar Nuri hocadan bile açık görüşlüdür diyorlar. Hele motorlar konusunda ki bilgileri ve tutkularını görünce hayrete düşüyoruz.. 1 saat diye girdiğimiz Kafkasör yaylasından tam 4 saat sonra çok güzel dostlar edinerek ayrılıyoruz.. Öyle ki yolda gelirken düşürdüğüm eldivenlerden ve Erzurum a kadar eldivensiz devam edeceğimden bahsedince Ekrem abi o içinde yok yok olmayan topcase inden güzel bir çift motor eldiveni çıkarıp hediye ediyor. Pes doğrusu... Adreslerimizi alıp tekrar görüşmek üzere bu güzel insanlardan ayrılıyoruz.. Rotamız Sovyet tarihi ve kilise kalıntıları ile ünlü Ardanuç.

Ardanuç a yaklaştıkça yol çok virajlı ve yapım çalışmalarından oldukça yavaş ilerliyoruz. Gece Yusufelin de konaklayacağımız için çok oyalanmadan Erzurum yönüne devam ediyoruz.Yusufeli’ne 80 km yolumuz olduğundan ve bu yol için özellikle karanlıkta gitmeyin uyarıları aldığımızdan acele ediyoruz.

Hava hafiften kararmaya başlıyor , dik kıraç yamaçların arasından Çoruh nehri kenarından ilerliyoruz. İn cin top atıyor ben de üç buçuk :)
Manzara muhteşem ama bir o kadar da ürkütücü... tek tuk evler, virane terkedilmiş köyler görüyoruz, bulutlar toplanıyor birden. 25 km kala sıcak bir yağmur bastırıyor... Çoruh un kollarından Barhal nehrinin yanıbaşında kurulmuş olan Yusufeli kasabasına giriyoruz.. Artvin e bağlı ama çoğunlukla Erzurum plakaları gözümüze çarpıyor.. Yolculuğumuzun yavaş yavaş sonlarına yaklaşıyoruz.. Doğu Karadeniz ve Artvin den sonra burası tam bir doğu kasabası.. Görüntüler 70 li yılların kasabalarına düşmüşüz gibi hissettiriyor inanılmaz bir fakirlik var... insanlar çok garip bakıyorlar... Yusufeli nin tek turistik oteli olan Barhal oteline yerleşiyoruz.. Otel Barhal nehrinin üzerine teraslar halinde kurulmuş, bize nehir manzaralı bir oda veriyorlar müthiş bir sesle çağlıyor Barhal.
Odaları görünce Turistik otel böyle ise diğer kasaba otellerini düşünemiyoruz bile... Maalesef başka alternatifimiz yok :( Hızlıca bir duş aldıktan sonra otelin girişinde nehrin üzerine konumlandırılmış salaş ama kasabada tek alkol olan meyhaneye yerleşiyoruz. Nehrin sesi o kadar yüksek ki sohbetimizi bölüyor günün kritiğini bağıra bağıra yapıyoruz ama yarısını duymuyorum.
Yusufeli her zaman özellikle Kaçkar dağı geçişi ve Barhal da rafting yapmak için gelen birkaç turiste evsahipliği yapıyormuş, garsonla konuşuyoruz dünyanın bir ucundan geliyorlar diyor.
Kendimi Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli filminde hissediyorum... Temiz havadan mıdır yoksa rakımdan mıdır nedir hepimiz bir iki bira içtik ama 6-7 bira içmişiz gibi çarptı.. Bastıran uykuları açmak için kasabanın tek caddesinde bir tur atıp belki tatlı buluruz diye umuyoruz ancak bir pastane bile yok.. 200 mt felan sonra nihayet bir markette algida bulup nefsimizi körlüyoruz ve ver elini uyku...

8.gün Perşembe

Nehrin sesinden uyuyamıyorum bir türlü.. uyku konusunda bu kadar hassas olmak zorunda mıyım ? kalkıyorum saat 1:30 henüz ve sabahlamak için çok erken.. neyse kendimi bayıltıyorum.. ertesi sabah saat 7 de hareket edeceğiz diye planladık çocuklarla. Onlar Erzurum dan 12 de ki doğu ekspresine yetişecekler biz de son günümüzü Erzurumu keşfederek geçireceğiz .
Sabah 6 da uyandırıyorum herkesi, erkenden hazırlanıyoruz.. Yusufeli - Erzurum 130 km yolumuz var ve bu yol rotamızın en tekinsiz hattı
Haydi bakalım

Yola çıkıyorzuz.. gerçekten vahşi, çok dik kayalar ve çölleşmiş topraklar, uzaklar da sisli tepelerle in cin top atarak Torul a yaklaşıyoruz.. Kasaba girişinde meşhur Torul şelalesini ziyaret ediyoruz gerçekten muhteşem. Etrafına tesisler ve yürüyüş yolları yapmışlar ama tesis açık değil keşke burada kahvaltı edebilseydik deyip yola devam ediyoruz.

Saat 10:45 gibi Dadaşlar diyarı Erzurum a varıyoruz.


Saat 12:00 de ki Doğu Ekspresine Barış ve Umut un binmesine yardım edip onları uğurladıktan sonra daha önceden telefonla bilgi aldığımız şehir merkezindeki otelimize gidiyoruz hemen. Hava oldukça sıcak şehir merkezinde yollar geniş ferah ve bir o kadar da kalabalık.. Otele eşyaları atıp normal kıyafetlerimizi giyip keşfe çıkıyoruz hemen.Dün Artvin de Erzurum Tali bölgede çalışan iş arkadaşım Mehmet i aramıştım bir kaç bilgi almak için. Sağolsun işinden vakit ayırıp bizi ziyarete geliyor. Onun tavsiyesi ile en meşhur Cağ Kebapçıya gidiyoruz.... Ününü çok duyduğum Cağ kebapla tanışıyorum sonunda.. Gerçekten çok lezzetli ama biraz tuzlu ,ayrıca alışık olmayanların bağırsaklarında olumsuz etkiler bırakabiliyor :) Ben çok yiyemiyorum ama Ege Go Mongo daki rekorunu egale ediyor... Üzerine yediğimiz Kadayıf dolması ise ayrı bir lezzet. Mehmet i daha fazla meşgul etmemek adına gezilecek yerlerin detaylı tariflerini alıp ayrılıyoruz. Teşekkürler Mehmet, ev sahipliğin ve rehberliğin için. .

Erzurum yaklaşık 1850 mt rakımlı büyük bir ova. Etrafı yeşil dağlarla çevrili.. Karadenizden sonra buralar kıraç görünüyor doğrusu.

Önce çifte minareli cami ye gidiyoruz. Selçuklulardan kalma bu eser Erzurum un simgesi haline gelmiş... Ardından meyve pazarlarını keşfediyoruz herşey çok taze ve ucuz.. Akşam otelde yemek üzere çeşit çeşit meyve alıyoruz.. Erzurum un yöresel peynirleri meşhurmuş Leben den bir kaç çeşit peynir alıyoruz taşıma kapasitemiz çok az olduğundan maalesef çeşit sınırlı kalıyor... Şehrin kalan kısmını ve Palandöken i yarın sabah keşfetmeye karar verip erkenden otele dönüyoruz.. Sanırım Cağ kebap ağır geldi..
Bir kaç saat sonra yorgunluğumuzu atıp şehri biraz daha keşfe çıkıyoruz. Gece olunca hava sıcaklığı ciddi şekilde düştü... Yürüyerek tarihi Erzurum evlerine gidiyoruz... Hala çok tokuz ama burada da bir şeyler yemezsek olmaz deyip içeri dalıyoruz..
Bu arada ne çok şey yemişiz, sanırım bu geziye sürekli yemek yemek için çıkmışız ama inanın normalde böyle değilizdir. Bu yolculukta gözümüz döndü :)

Daracık sokaklardan oluşan 4-5 tarihi erzurum evini orjinaline sadık kalarak restore edip sokakların üzerini kapatarak tek bir tesis haline getirmiş bundan bir kaç sene önce birkaç genç girişimci.. İçerisi antika eşyalar ile dolu.. sanki yüzyıllar öncesine gidip Osmanlı döneminde yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Burada bölgeye özgü yöresel yemek ve tatlılar ikram ediliyor Cağ kebap yok !
Bol bol fotoğraf çekip detaylı bilgiler alıyoruz restoran şefinden.. maalesef o güzelim yemeklerden tadamıyorum çünkü midem kötü.
Yine yürüyerek otelimize dönüyoruz, o gece kaç şişe soda içtim sayamadım..

9. ve 10. gün

Ertesi sabah dönüş öncesi son saatlerimizde Palandöken e çıkmayı ve Yakutiye Medresesini gezmeyi planlıyoruz. Bu arada trende lazım olacak bir kaç ekipmanı da temin etmeliyiz. Bağlama halatı, depodaki benzini aktarmak için bidon ve hortum gibi...
Palandöken e bir türlü sezonda gelememiştik ama sıcak bir yaz sabahı da oldukça güzel görünüyordu.. Şehir merkezine çok yakın bir kayak merkezi ..Çok güzel tesisler var.. Dedeman da kahve içip kuşbakışı şehri seyrediyoruz. Sonra Cumhuriyet caddesi üzerindeki Yakutiye medresesine gidiyoruz. Medrese aynı zamanda Etnografya müzesi.. Ağırlıklı olarak Selçuklu olmak üzere Osmanlılardan kalan tarihi eserleri görüyoruz.. Özellikle Erzurum merkezli olduğunu öğrendiğimiz Nakşibendi tarikatının 300 yıl önce dinsel ayinlerinde kullandıkları şişleri görmek ürkütücü . Yanaklarına kalın ve uçları pekte sivri olmayan bronz şişleri sokuyorlarmış..

Yolculuk için biraz yeme içme tedariği yapıp diğer eksiklerimizi de tamamlayıp saat 11 gibi tren garındayız.

Motorunuzun ruhsatı üzerindeki kg ı üzerinden Erzurum - İst için kg başına 0,420 ytl gibi bir fiyat ödüyorsunuz buna ilave olarak yaklaşık 20 ytl kadar da sigorta bedeli ekleyip nakit olarak tahsil ediyorlar.Bu arada motorunuzu Yük vagonuna çıkarma , bağlama ve indirme işlemleri size ait, herhangi bir hasarda sorumluluk kabul edilmiyor.. Deponun da boş olması gerekiyor ..

Yaklaşık 5 dk kadar rötarla tren geliyor. Daha önceden orada görevli birkaç arkadaştan yükleme için yardım istemiştik. Ege ve 3 arkadaş 220 kg ı bir kerede 1 metrelik kot farkına rağmen vagona çıkartıyorlar.. Bende videodayım bu arada.. Arkadaşlara bahşiş verip çok teşekkür ediyoruz.. Bu arada tren kalkmak üzere ama hala yolcu vagonuna gidemedik Ege Motoru bağlamaya çalışırken ben 4 parçadan oluşan yaklaşık 35-40 kg lık bagajımızla koşa koşa trenin en sonunda olan yataklı vagona atıyorum kendimi.. bir ara kalp krizi geçiriyorum sandım ama neyse... Tren hareket ediyor Ege yük vagonunda ben yataklı vagonda koridorda ter içinde.. Neyse bizim odayı bulup eşyaları yerleştirirken Ege geliyor.. Bu etabı da atlattık artık 33 saat yaşayacağımız odamıza yayılabiliriz :)

Hayatımda ilk kez trene biniyorum... Restoranında vakit geçiriyoruz akşam.. Yurdun her yerinden çeşit çeşit insanlar var.. Bir çok kişiyle tanışıyor yol arkadaşlığı yapıyoruz.. Gece erkenden uykum geliyor. Sabah günün ilk ışıklarıyla uyanıyorum, yol bitmek bilmiyor.. Ankara'ya doğru yaklaşıyoruz..

Nihayet akşam 21 gibi İstanbul a geliyoruz.. Son durak Haydarpaşa, motorsiklet vb araçları indirmek için rampa varmış burada, bir kaç arkadaş yardımı ile çok daha rahat bir şekilde indiriyoruz.

Eve vardığımızda ikimiz de yorgun ama mutluyuz.. 10 gün de yaklaşık 2500 km yol yaptık, 18 ayrı şehir ve saymadığım kadar köy -kasaba gördük ve yaklaşık 4 gb çekim yapıp ile yuvamıza geldik.Yalnız çıktığımız yolculukla öncelikle Barış Ve Umut la tanışmış, 3 günü beraber geçirmiş olmaktan ve yeni dostlar kazanmaktan dolayı çok mutluyuz. Ayrıca yolculuk süresinde edindiğimiz dostları asla unutmayacağız. Burada fotoğrafların çok az kısmını paylaşabiliyoruz ama özellikle video çekimlerimiz çok güzel..



Çok istediğimiz bir hayali gerçekleştirdik.Gururluyuz....




Sevgiler

Pınar Duman Erdem

4 Comments:

Anonymous Anonymous said...

çok güzel bir anı olmuş .Gezmiş görmüş kadar oldum.. çok teşekkürler..yeni maceralarınızı bekliyoruz. Sinem.

3:53 AM  
Anonymous Anonymous said...

Müthiş bir gezi, tebrikler, paylaştığınız için çok teşekkürler...
Haziran sonu, Temmuz başı bir arkadaşımla Doğukaradeniz gezisi planladığımız için internetten araştırma yaparken sizin yazınızı buldum. Gezinizi zevkle okurken belli bir noktadan sonra çok daha ilginç oldu. Neden mi? Çünkü gezinizde tanıştığınız Barış ve Umut, Avanos'a kadar beraber gezdiğimiz tur arkadaşlarımdı. Daha da ilginç bir şey yazayım, bu yıl plan yaptığım arkadaşımda Barış... :-))

Şu internet çılgın birşey, çok dumur oldum bu akşam... :-))

Sevgilerimle,
Ahmet
Çanakkale-Çan

1:21 PM  
Anonymous Anonymous said...

Çok beğendim.Tebrikler.

2:14 AM  
Blogger stzorlucan said...

slm pinar!arada goz atiyorum bloguna son donemler gezilerinden birsey goremedim.ben de 1 yil sonra 20000 km lik avustralya turuna cikacagim benim transalp ile ufaktan hazirliklara basladim bile.onderi d ikna ettim yan cizmezse gelecek !var msin?yok musun? TUFAN(FACEBOOK'DAN YAZISALIM)

5:58 PM  

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]

<< Home